“Yılan hikayesi” tabiri, bir türlü sonuca bağlanmayan şeyleri ifade etmek için kullanılır. Oysa bir yılan gördüğümüzde, mesaj son derece net olabilir. Bunun popüler örneklerinden biri 2001 MTV Video Müzik Ödülleri’nde, Britney Spears’ın I’m a Slave 4 You performansıdır. Britney bir kaplanla birlikte kafesin içindedir. Kapıyı tek hamlede açıp canavarı andıran dansçıların arasına adım atar ve ağzından şu sözler dökülür:
Genç olabilirim, ama benim de duygularım var.
Artık içimden geleni yapmam gerekiyor.
O yüzden bırakın beni ve sadece dinleyin.
Masum genç kız imajından bunalan Britney, artık büyüdüğünü ve kendi hikayesinin kontrolünde olmak istediğini bu sözlerle anlatır. Bu yolda hiçbir şeyden korkmadığını kanıtlamak istercesine sahnedeki pitonu sırtına alıp onunla dans etmeye başlar. Salondan çığlıklar yükselir. Britney bir kadın olarak yeniden doğmuştur.
Tıpkı Britney için yılanın yeni bir versiyonunu temsil etmesi gibi, 29 Ocak'ta girdiğimiz Yılan yılı da yeni bir dönemin habercisi. Çin takvimine göre Ejderha senesinden Yılan senesine geçtik. Yılan, Çin astrolojisinde "Küçük Ejderha" olarak da bilinir ve bu yüzden Ejderha'nın muhteşem gücünü daha incelikli bir şekilde kullanır. Kozmik döngüde 6. sırada yer alan Yılan; yenilenmeyi, içsel gücümüzü keşfetmeyi ve özellikle iş hayatında bilinçli, temkinli hareket etmeyi öğütlüyor.
Bu yeni yılın şerefine, yılanın tarih boyunca taşıdığı anlamları inceledik. Mitolojiden sinemaya, sanattan edebiyata uzanan bu yolculukta, yılanın kadim kültürlerde nasıl bilgelikle özdeşleştiğini, kadınlık ve doğurganlıkla olan derin bağını ve günümüzde nasıl farklı anlamlar kazandığını araştırdık. Doğu'nun bilgelik sembolü yılanın, Batı'da neden tehlike ve ikiyüzlülükle anıldığının izini sürdük.
Yılanlar sizi korkutmasın, zira Medusa’dan I. Elizabeth’e, Kill Bill’den Marina Abramovic’e fazlaca aşina olduğumuz birçok figür, bu yolculukta bize eşlik edecekler.
Keyifli okumalar,
Kozmik Turizm
Dikkat Yılan Çıkabilir: Şifa mı Zehir mi?
Bala
Yılan, kültürel anlatılarda kötücül güçleri temsil eden en güçlü simgelerden biri. Bu sembolizmin en iyi bilinen örneği ise Cennet Bahçesi'ndeki o kritik sahne: Yılan, Havva'yı yasak meyveyi yemeye ikna eder. Havva'nın merakını ve bilgelik arzusunu kullanarak, meyveyi yemenin onun dünyayı anlayışını yükselteceği vaadiyle onu baştan çıkarır. Hem Adem hem de Havva bu ayartılmaya boyun eğerek yasak ağaçtan bir ısırık alır.
Ancak yılanın hikayesi çok daha eskilere dayanıyor. İbrahimi dinlerden önce yılan, ana tanrıça kültlerinin kutsal bir sembolü, bilgelik ve doğurganlığın temsilcisiydi. Tek tanrılı dinlere geçişle birlikte, kadınlıkla ilişkilendirilen bu güçlü sembol "tehlikeli" görülmeye başlandı. Psikanalist Carl Gustav Jung'a göre yılan, bu çift yönlü doğasıyla insanın bilinçdışını temsil eder - yılanın deri değiştirerek yenilenmesi gibi, insan psişesi de sürekli bir değişim halinde. Tıpkı yılanın zehrinin hem öldürücü hem de şifalı olabilmesi gibi, bilinçdışıyla yüzleşmek de hem korkutucu hem de dönüştürücü olabilir.
Bilinçdışının bu çift kutuplu doğası, edebiyat ve sanatta da güçlü bir motif olarak karşımıza çıkar. Shakespeare'in ünlü trajedisinde Lady Macbeth, kocasına karanlık bir strateji öğretirken yılan-çiçek metaforuna başvurur:
Zaman gibi görünün; gözünüz, eliniz, diliniz hoş geldin desin. Görünüşünüz günahsız bir çiçek olsun, siz onda gizlenen bir yılan.
Masumiyet ve tehlikenin bu çarpıcı karşıtlığı, aynı dönemden başka bir İngiliz kraliyet sahnesinde daha karşımıza çıkar. 1580'lerde yapılan ve Londra'daki National Portrait Gallery'de sergilenen bir Kraliçe Elizabeth portresinde, yıllar içinde boyaların bozulmasıyla ilginç bir detay ortaya çıkar: Kraliçenin elindeki pembe çiçeklerin altında gizlenmiş bir yılan vardır. Her ne kadar Elizabeth'in yılan motifli takıları olduğu bilinse de, daha önce hiçbir portresinde yılanla resmedilmemiştir. Yılanın neden sonradan örtüldüğü, gizemini koruyan bir detay olarak kalır.
Tüm bu hikayelerde yılan, birbirine zıt görünen özellikleri aynı anda barındırır: Yeraltı-yerüstü, kadın-yılan, bilgelik-tehlike, şifa-zehir, sadakat-ihanet. Bu kompleks sembolizm de, görünenin ardındaki kavramlarla çalışan sanatçılar için zengin bir kaynak oluyor. Bu yüzden günümüzün en provokatif kadın sanatçılarından Marina Abramović'in yılan sembolüne sıkça başvurması şaşırtıcı değil. 1978 tarihli Three adlı performansta Marina ve ruh eşi ve partneri olarak tanıdığımız Ulay, bir yılanla birlikte bir odanın içinde üçgen oluşturur. İkili, şişe ağızlarına üfleyerek çıkardıkları seslerle yılanı harekete geçirir ve odadaki düzeni değiştirir. Kendini feda etmek ve acıyla dönüşmek Marina’nın sanatının olmazsa olmazıdır. Burada sadece Adem ve Havva'nın hikayesi değil, derin bir kişisel dönüşüm anlatılır. Çiftin arasında dans eden yılan, ilişkilerinin bilinçdışı gerilimlerini ve arzularını somutlaştırır. Aldıkları her nefes bir yaratım anına dönüşür; yalnızca yılanın ölümcül varlığıyla değil, insanlığın en eski korkularıyla yüzleşirler.
Daire formu, antik çağlardan beri kadınlığın sembolüydü. Paleolitik Venüs heykelciklerinden mağara resimlerine, erken dönem çömleklerden tapınak mimarisine kadar pek çok örnekte daire karşımıza çıkar. Yılan da kendi etrafında kıvrılan, sürünerek, yavaşça ve stratejik bir şekilde yol alan yapısıyla bu döngüselliği yansıtır. Bu benzerlik tesadüf değil: Yılanın deri değiştirerek yenilenmesi gibi, kadın bedeni de doğal döngülerle yenilenir ve yaşamı yeniden üretir. Belki de tam bu yüzden ataerkil düzen yılanı tehlikeli bulup onu yeraltına sürgün eder. Fakat her yer altına sürülen güç gibi, o da dönüşerek ve güçlenerek geri dönecektir.
Medusa’dan Kill Bill’e, bir yeniden doğum sembolü olarak yılan
Zeynep Naz
Medusa’yla ilk tanışmam 10 yaşında, Yerebatan Sarnıcı’na yaptığımız bir okul gezisinde olmuştu. Karanlıkta karşıma çıkan bu ters kafadan korksam da hikayesini merak ettiğimi hatırlıyorum. Kendisinin gözlerine bakıldığında karşındakini taşa döndüren bir canavar olduğu, kahraman Perseus’un bir yansıma yardımıyla onu taşa çevirip öldürdüğü anlatılmıştı. Yıllar sonra Medusa’nın mitolojinin en yanlış anlaşılmış karakterlerinden biri olduğunu, hikayesinin tamamını öğrenince anladım. Gerçi bu açıdan bakarsak Yunan mitolojisi başlı başına bir yanlış anlaşılmalar, her iki tarafından da bakılabilecek hikayeler ve gri alanlar bütünü. Cazibesi de buradan geliyor. Asıl hikaye ise şöyle ilerliyor:
Güzelliğiyle herkesi kıskandıran ve kız kardeşleriyle Athena’ya hizmet eden Medusa, Athena’nın sevgilisi, denizlerin efendisi Poseidon’un tecavüzüne uğrar ve hamile kalır. Öfkeden deliren ama gücü Poseidon’a yetmeyen Athena, Medusa’yı cezalandırmayı seçer ve onu saçlarının yerinde yılanlar olan, gözlerine bakıldığında karşındakini taşa döndüren lanetli bir ifrite çevirir. Sonrasında Athena’nın emriyle Medusa’nın kafası kesilir ve karnındaki çocukları çalınır.
Fransız düşünür Hélène Cixous, feminist edebiyatın öncü metinlerinden Medusa’nın Gülüşü’nde (1975) Medusa’ya iade-i itibar yapar ve onu korkutucu değil, özgürleştirici bir figür olarak konumlandırır. Cixous’ya göre eril dil, bir baskılama aracı olarak kadınları canavarlaştırmaktadır. Bundan özgürleşmenin yolu da kadınların kendi hikayelerini yazmalarından geçer. Cixous’nun da etkisiyle Medusa, hikayesini baştan yazan kadınlara güç veren feminist bir figür olarak yeniden doğar. Günümüzde bedenlerinin kontrolünü eline alan cinsel taciz mağdurları tarafından bir dövme olarak da sahiplenilir.
Modern bir Medusa örneği olan Kill Bill’in ana karakteri Beatrix Kiddo, akıl hocası ve sevgilisi Bill tarafından kurulan Ölümcül Engerek Suikast Takımı’nda uluslararası kiralık katil olarak çalışmaktadır. Herkesin farklı bir yılan türünden adını aldığı takımda Bill kendine yılan oynatıcısı adını seçmiş, Beatrix’e de yılanların en öldürücüsü olan Kara Mamba lakabını bahşetmiştir. Hamile olduğunu öğrenip kendine yeni bir hayat kurmaya çalışan Beatrix; düğün gününde vurulur, karnındaki bebeği alınır ve kilisede bulunan tüm yakınları öldürülür. Ancak Medusa’nın aksine Beatrix ölümden döner ve bir intikam yolculuğuna çıkar. Uma Thurman ve Quentin Tarantino’nun birlikte yarattığı bu karakter; kadınların hikayelerinin kontrolünü ele alıp yeniden doğmalarına dair zihin açıcı fikirlerle Medusa mitini zenginleştirir.
Beatrix’i dört yıl sonra şok içinde uyandığı hastane yatağında buluruz. Bacakları tutmadığı için sürünerek kendini bir tekerlekli sandalyeye, ardından da bir arabanın arka koltuğuna atar. Zihniyle komut vererek bacaklarını ve ayaklarını hareket ettirmeyi başarıp yola çıkar. Filmin yılan figürüyle ilişkisine bakıldığında koma Medusa’nın taşlaşması, hastaneden çıkış sahnesi de bir yılanın evrimleşme süreci gibi okunabilir. Hareketsiz başladığı sahneye, sürünerek ve ardından yürüyerek devam eden Beatrix, Kara Mamba’yı geride bırakmaya ve yılan kimliğinin ötesine geçmeye hazırdır.
Tarantino’nun iki filme bölerek anlatmayı seçtiği hikaye, seyirciye iki farklı Beatrix sunar. İlk kısımda intikam peşinde soğukkanlı bir katil, ikinci kısımdaysa sevdiklerinin ihanetine uğramış, çocuğunu korumak için kendini feda etmiş bir anne figürü görürüz. Bununla paralel olarak ilk filmdeki engelleri fiziksel, ikinci filmdekiler ise psikolojik olarak zorlayıcıdır. Bu ikilik, yılanın öldürücü ve şifalı doğasını akla getirir. Beatrix, asıl gücünü keşfetmek için bu dualiteyi bütünüyle benimseyip kendi hikayesini sahiplenmelidir. Karşısına çıkan düşmanları öldürürken, yaşadığı ihanetin ardından kendini şifalandırmalıdır.
Beatrix’in ilk yeniden doğum teşebbüsündeki başarısızlığı, kaçıp kendine ölü süsü vererek vahşi doğasını reddetmesinden kaynaklanır. Eğer yeniden doğmak istiyorsa, geçmişinin tüm canavarlarıyla yüzleşmeli ve tabii gerçekten ölmelidir. Kurallara uygun olan ilk ölümü Bill’in silahıyla, yeniden doğumu da komadan uyanmasıyla gerçekleşir. Artık kurtulmak istediği takımın parçası değildir, ama özgürleşmek için tüm üyeleri öldürmesi gerekmektedir. İkinci yeniden doğum Bill’in kardeşi Buck tarafından vurulup canlı canlı mezara gömülmesiyle olur. Tabutu kırıp mezardan kurtulmak için Beatrix’in bilinçdışıyla yüzleşmesi ve bu intikam yolculuğunun psikolojik boyutunu da fark etmesi gerekir. Onu tabuttan çıkaran tahta kırma tekniği, ustası Pai Mei tarafından saldırının en yakınlarından gelme ihtimaline karşı öğretilmiştir. Beatrix’in karanlık bir alanda kendiyle kalması ve başına gelen ihanetin ruhsal boyutuyla yüzleşmesi de özgürleşme yolunda kaçınılmaz bir adımdır.

Kill Bill aslında net bir sınır çizme hikayesidir. Çocuğu ve kendi için istediği hayatı seçen Beatrix, kendi bedeninin kontrolünü eline aldığı ve sınır çizdiği için cezalandırılır. Bill’in ihanet olarak gördüğü bu davranış, farklı bir hayat seçiminden ibarettir. Durumun Bill için özeti, Beatrix’e son konuşmalarında anlattığı hikayede gizlidir: Bill’e göre en etkileyici süper kahraman; doğuştan süper kahraman olup sıradan biri maskesi takan Superman’dir. Bill, Beatrix’in sıradan bir hayat kurma çabasıyla Superman arasında paralellik kurar ve Beatrix’in her zaman vahşi bir katil olacağını, diğer tüm ihtimallerin birer maskeden ibaret olduğunu söyler. Bu yaklaşım akla Cixous’yu getirir. Bill Beatrix’in üstünde baskı kurabilmek için onu canavarlaştırmaktadır. Bundan kurtulmanın tek yolu da Beatrix’in kendi hikayesini yazmasıdır.
Beatrix’in son yeniden doğumu kızının elinden olur. Bill’i öldürmek için girdiği evde karşılaştığı kızı, oyunun parçası olarak onu hayali silahıyla vurur. Ölmüş gibi yere düşen Beatrix, bu kez bir anne olarak yeniden doğar. Yolun sonu sandığı bu ev, yepyeni bir hayat ihtimali ortaya çıkarmıştır. Bu seferki ölümü kısa ve acısız, yeniden doğumuysa benzersiz olur.
Beatrix’in karakterini geçmişi ya da sabah nasıl uyandığı değil, dönüşümü için yaptıkları ve tabii potansiyeli belirler. O hem karanlığıyla yüzleşebilen bir katil hem de şefkatli ve fedakar bir annedir. Bill’in asla anlayamayacağı bu dualite, kadınlık deneyiminin yılan figürüyle ortaklıklarından biridir. Aslında Bill tüm kibrine rağmen Beatrix’i öldürecek güce sahip değildir. Bunu kafasına dayadığı bir silahla bile becerememiştir. Belki de bu yüzden Perseus gibi onu kandırarak yenmeye çalışır. Ancak Beatrix, tek hareketiyle Bill’i öldürür. Yere yığılan Bill’in ardından birkaç gözyaşı döker ve kızıyla yeni hayatına doğru yola çıkar. Öldürmek için her şeyini verdiğin adamın arkasından ağlamak mı? O da dualitenin şanındandır.